Barış soruşturmalarının ekonomi politiği
Fotoğraf: Envato
Barış akademisyenleri gerek maruz kaldıkları saldırılar gerekse farklı toplumsal kesimlerin günbegün büyüyen desteğiyle gündemdeki yerini koruyor.
Barış bildirisine imza attığı ya da imzacıların ifade özgürlüğünü savunmak için başka bildiriler imzaladığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan akademisyen sayısı her geçen gün artarken, üniversitelerden uzaklaştırmalar da kimi kamu üniversitesinde bile işten çıkarmalara dönüşmüş durumda. Örneğin Mersin Üniversitesinden, biri Eğitim Sen Temsilcilik Başkanı da olan, iki öğretim üyesinin bildiriyi imzaladıkları için sözleşmeleri uzatılmayarak işlerine son verilmiş.
Mersin Üniversitesinde yaşanan bu gelişme iki önemli şeyin altını çiziyor. Birincisi, akademisyenlere yöneltilen suçlamaların aslında ne kadar zorlama olduğu. Bu suçlamaların, mevcut hukuksal koşullarda cezalandırmaya yetmeyeceği. İkincisi ise disiplin hukukunun “çaresiz” kaldığı bu gibi durumlar için iş güvencesizliğinin nasıl da “çare” olduğu. Dolayısıyla da imzacı akademisyenlere yöneltilen suçlamaların, kamuda iş güvencesini topyekün ortadan kaldırma gündemi dışında değerlendirilemeyeceği.
AKP sözcüleri tarafından çoğunlukla “performans”, “kalite”, “verimlilik” gibi süslü piyasa kavramları arkasına gizlenen kamuda güvencesizleştirme politikalarını, Erdoğan ve Davutoğlu “terörle mücadele” gerekçesiyle de savunuyor. Nitekim bu konuda basına yansıyan haberler de; yapılacak olan değişiklikle “teröre destek veren” memurların işten atılmasının kolaylaştırılacağı yönünde.
Dolayısıyla binlerce akademisyene attıkları imza yüzünden“terör” suçu isnat edilmesi; ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi yanında bu akademisyenlerin sendikasız ve iş güvencesiz bir kamu rejiminin “gerekçesi” haline getirilme çabalarını da gösteriyor.
Öte yandan “Maaşını devletten alan öğretim üyelerinin devleti eleştiremeyeceği” yaklaşımı, devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi sürecinden de hatırladığımız, her daim yüzünü piyasaya dönmek için kullanılan bir argüman. Üniversitelerin bilimsel özerkliğini güvence altına alan Anayasa maddesiyle açıkça çelişse de (AY/ m:130), toplumsal sakıncaları bu ilkenin ihlalinden daha geniş.
Bu süreçte, YÖK’ün de yeni yasa çalışmalarına başlamış olduğunu kamuoyuna duyurması ve yeniden yapılanma ihtiyacını da “performans”, “rekabet”, “kalite” gibi piyasa kavramlarıyla gerekçelendirmesi oldukça anlamlı.
Zaten yeni olmayan bu YÖK yaklaşımı, kamu rejiminde yapılması planlanan genel değişiklikle birlikte değerlendirildiğinde ise akademisyenlerin önemli bir bölümü için halihazırda geçerli olan iş güvencesizliğinin, güvenceli olanları da kapsayacak biçimde genişletilebileceğini gösteriyor.
- Ekonomik kriz ve piyasa ideolojisi 25 Ağustos 2019 23:30
- Anayasa Mahkemesinin barış bildirisi kararı 05 Ağustos 2019 00:20
- Kamuda TİS süreci 21 Temmuz 2019 23:56
- Sömürünün en derinine, ayrımcılığın her türüne maruz kalmak: Mülteci işçiler 01 Temmuz 2019 00:09
- Kıdem tazminatı fonu 10 Haziran 2019 00:50
- Kale Kayış işçileri 19 Mayıs 2019 20:07
- Cinsel şiddet 28 Nisan 2019 19:58
- Seçim sonrası 07 Nisan 2019 20:55
- İşçilerin can güvenliği 24 Mart 2019 20:37
- Kadın emeği 03 Mart 2019 20:40
- Tanzim muhalefeti 17 Şubat 2019 23:30
- Sendikalaşma oranları 04 Şubat 2019 00:50